OYUNUN KURALLARI
“
“Gösteri öyle bir birikim aşamasındaki sermayedir ki, imaj haline gelir.
“
Guy Debord- Gösteri Toplumu
Parodik bir kolajdan ibaret olan, popüler
kültürümüzün uyumlu kahramanları, popüler "entelektüeller" için,
tutarlılık zorunluluğu yoktur. Her şey, her şeye bağlıdır, tarihsel olaylar
hikayeleştirilebilir ve özdeşleşme sunularak bir Hollywood filmi duygusallığına
çevrilebilir, mantığı ortadan kaldırma adına, aynı kelimelerle yapılan
tekrarlarla, basit koşullanmalar yaratılabilir. Bol kullanılan terimler ve
sıfatlarla, kişiler ve fikirler birleştirilip, kelimeler bilgilendirme
işlevlerinden uzaklaştırıp, duygu çağırıcı simgeler olarak kullanılabilir.
Karşıtı adına hayali bir fikir üretilip çürütülebilir. Hiç bir şey, hiç bir
şeye bağlı değildir ama her şey tüketim kültürüne bağlı olmalıdır. Bu kuralın
sahnede kalmanın ana şartını çok iyi bilen popüler entelektüel, bunun dışında
var olan düşünceleri görmezden gelir, bunu yapamazsa da, bu fikirlerin
güçlendikleri noktada, hedef kitlesine göre, içeriğini boşaltıp, tüketim
kültürüne adapte etmeyi, aldığı dolgun maaş karşılığı, patronlarına bir ek iş
olarak sunar.
Sosyolojik temel sınıflandırmalar yasak bir
alanı içerir. Şirketlerin “geniş insiyatifli” ve espresso makineli, cool ofislerinde
çalışan esnek uzmanların, özgün ve bundan ötürü ayrıcalıklı olduğu,
yönetilmedikleri ve seçimlerinde özgür olduğu yanılsamasını yok edebileceği
için, sınıflandırma, dar görüşlülüğün ürünü ve insanları nesneleştirme olarak
gösterilmelidir.Ayrıca tutarlılık gerektiren bir sosyolojik sınıflandırma
geleneği, manipülasyon olasılığını da yok edecek, tarihsel bir bakışla
bakılmasının yolunu açacak ve bu anın hazcı tüketim kültürüne bir engel teşkil
edecektir. Tüketim kültüründe, insanlar anlık zevklere yoğunlaşmalı, geçmiş ve
gelecek algısı var olmamalı, belirsizlik ve beklentisizlikle yaşamalı ve işler
kötüye gittiğinde alışverişe çıkmalıdır. Sonuçta entelektüellerimizin
patronları da aynı kişiler ya da birbirleriyle çıkar ortaklığı olan kişilerdir
ve kimse patronunun altını oyduğu için elbette ki ,maaş alamaz.
Bu oyunun devam etmesi için ise,
"ignore" (görmezlikten gelme) taktiğini uygulamaktan sinirleri
yıpranmış uyumlu entelektüellerimizin, patronlarından küçük bir ricası vardır,
"kültür otoritesi" olmanın tek şartının otorite olarak tanınmış
olması. Bu da oyunun kurallarını kabul etmeyen herkesin patolojik ilan
edilmesiyle mümkündür. Sınıflara ve kişilere göre, zaman zaman Freud yardıma
çağırılabilir ve aile sevgisi görmemekten kaynaklanan bir patoloji
yaratılabilir. Zaman zaman, mahalle kavgası çiğliğindeki gizil kıskançlık ve
haset, kimi zaman öfkeli bir psikopatlık, eksiklik memnuniyetsizlik, tanımlanan
ve patolojik kılınan kişilere göre değiştirilerek kullanılabilir. Nasıl
yapıldığı önemli değildir, eleştirel olanlar mutsuzdur, gerçekçi ve eleştirel
bir mutluluk yoktur, mutluluğun kabülü aptallığı içerir, ( burada koşulların
kötülüğünden sınırlı ve zararsızca bahsedilebilir.) , mutsuz olanların
(koşulların çok iyi olduğu var sayılarak) kendisiyle ilgili sorunları vardır,
daha iyi tahlil yapabildiklerini düşünen ve meşhur olmayanlar (başarının
koşulunun son zamanlarda sisteme hizmet etme yeteneğinden bile iyice
uzaklaştığı ve bağlantıların birincil hale geldiğini yadsıyarak) kıskançtır…vs.
Otoritenin tek şartı otoriteliğin kabülüdür, ve
artık onu denetleyecek ne bir agora, ne de bir sosyallik kalmıştır, bu
nedenle istediği kadar saçmalamakta serbesttir. Özet olarak işin özü, eleştirel
olanları her nasıl olursa olsun, patolojiklikle sınıflandırmaktır. Bunu
yaparken, daha becerikli olanları, o çok karşı olduğu ve tozlu raflarına
kaldırdıkları sosyoloji kitapları ve sınıf tahlilleriyle bunu yaparlar. Zaten
kodlama ve sınıfsal tahlil, muhaliflere yasaklanmıştır, sistemi oluşturanlar
tarafından fişlemeye kadar olan bir özgürlük alanı vardır. (Sistemin
temsilcileri, bu çalışma ve tahlillerini çok ulu orta dillendirmeyip, yalnızca
strateji belirlemek için kullandıkları için, reklamcıların ordan burdan
yapıştırdığı anlamları yüklediği fetiş nesnelerini tüketerek kendini var eden,
"küçük kara balıkların" özgünlük ve özgürlük yanılsamaları yok
edilmediği için bu bir sorun teşkil etmez. Zaten bu sınıfın üyeleri, görece
ayrıcalıkları konumunu korumak için sistem ile fikirsel bir işbirliği içindedir
ve sistemin kendilerini fişleyebilme özgürlüğünden çok, "kendileriyle
sorunlu olan öfkeli ve tatminsiz" muhaliflerin (belki de bir yaşam danışmanı
edinmelidirler.) "dar kafalı" ve trendlerin dışındaki sıkıcı
tahlilleri rahatsızlık vericidir. Kazananlar ve şöhret söz konusu olduğunda
(şöhretin de bir tüketim nesnesine yüklenen anlamın değişik bir anlatımı
olduğunu sistem yöneticileri bilmektedir) insanların arzularının yarattığı
yanılsamayla, gerçekleri görmek konusundaki yeteneksizliklerini bilen sistemin
yöneticileri böylece, kendilerinden dolgun maaşlar alan, “kazanan”
entelektüellerin, eleştiri üstü kalacağı bir ambians sağlarlar.
Oyunu
korumanın bir yönü de, kazananlara dokunulmazlık görüntüsü vermektir. Bu
kazanan entelektüeller, aynen İngiltere'nin genç ve dinç imajı adına, sömürge
ülkelerindeki diplomatlarının bir zamanlar, yaşlanmadan emekli edilmeleri gibi,
bu entelektüeller de başkaları tarafından yenilmeden önce, sistemin
yöneticileri tarafından ipleri çekilerek bitirilir ve gerekirse yeniden
kullanılmak üzere bir köşeye yerleştirilir. Zaten zaafı sahne bağımlılığı olan
bu uyumlu entelektüeller, yeniden oyuna girmek için her şey olmaya razıdırlar.
Zaten hiç bir şey de hiç bir şeye bağlı değildir.
“İktidarın kaynağı simülasyona uğratılmış bir mekana hükmetmektir
ve gücü söylemlerinin gerçek olmadığını bilmesinden gelir. İktidar olarak
yönetmek, bir gerçeklik olarak ölmek ve bir tuzak olarak kendini üretmektir.” Ne gariptir ki, kendi söylemlerinin gerçek olmadığını bilen iktidarın
tersine yönettikleri, bu söylemlerin
gerçek olduğunu kanıtlamak için efendilerini güldüren, bir çaba içindedirler.
Oyunun devam etmesi, kurallarının akıllıca
olmasında değil, kazananların dokunulmazlığı yanılsamasına bağlıdır.